HAYAT OKULUNDA ÇIRAKTI, PATRON OLDU!


Yaşıtları top peşinde koşarken, o eline makas alıp çıraklığa başladı.  Hayat ona okurken çalışma şansı bile tanımadı. Liseyi yarıda bırakıp iş hayatına geçiş yaptı.

işinde başarılı olmak için geceli gündüzlü çalıştı. Ve bir gün Mümin Sekman kitapları okuyup uluslararası bir yarışmaya katıldı. Amacı dereceye girip “öyküsü yazılacak bir başarıya” imza atmaktı. 

Yarışmada ikinci olarak  “yapamazsın” diyenleri şaşırttı. Sonra da kendi salonunu açtı.  İşte Burak İleri’nin hayatını değiştirme ve kendi işinin patronu olma öyküsü…

Burak İleri anlatıyor:

Anne ve babamın ikinci evliliklerinden olan tek çocuk olarak Çanakkale’de dünyaya geldim. Sıkıntılı bir çocukluk dönemi geçirdim. Babam böbrek hastası olduğu için tedavisi nedeniyle sık sık taşınmak zorunda kalıyorduk. İlk olarak Çanakkale’den İstanbul’a taşındık, burada da birkaç ayda bir taşınıyorduk. Babamın hastanesi değiştiğinde, evimiz de değişiyordu.

Tedavi süreci babamı oldukça yıpratmıştı. Diyaliz makinesinden çıkıp eve geldiğinde çok sinirli oluyordu. Üstüne ilk evliliğinden olan çocukları da annem ve beni terk etmesi için üzerinde baskı kuruyordu. Tüm bunlar onun sinirlerini iyice bozduğu için şiddete başvuruyordu. Ne zaman bize saldıracağı belli olmazdı.

Babasının elini bir kere tutabildi

Arkadaşlarım babalarıyla birlikte gezmeye gider, vakit geçirirdi ama benim hiçbir zaman böyle bir şansım olmadı. Babamın elini hayatımda bir kere tutmuşumdur. Hiçbir zaman onu yakından tanıma fırsatım olmadı. Babamın baskısı gün geçtikçe artınca annem artık bu duruma dayanamaz hale geldi. Ben 5-6 yaşlarındayken babamdan kaçmaya karar verdik.

O sıralar Kartal Cevizli’de oturuyorduk. Babam evdeki eşyaların çoğunu zaten alıp ilk evliliğinden olan kızının evine götürmüştü. Biz de kalan birkaç parça eşyayı alıp Gebze’ye taşındık. Gebze’de ilk olarak kendimize bir ev tuttuk. Annem kendine iş buldu. Ben de okula başladım. İlkokula başladığımda zeki bir çocuk olarak öğretmenimin dikkatini çekmiştim. 3. sınıfa kadar derslerim çok iyiydi, öğretmenlerim benden çok umutluydu. Ama o sene babam vefat edince derslerle yeterince ilgilenemedim.

Yaşı küçük ama sorumlulukları büyüktü

Aşçılık yapan annem var gücü ile çalışıyordu fakat kazandığı para belliydi. Babamın vefat etmesiyle birlikte emekli maaşı bize bağlandı. Böylece ek bir gelir kaynağımız oldu. Her ne kadar babam yanımızda olmasa da vefatıyla birlikte omuzlarıma daha bir yük yüklenmişti. Artık evin erkeği bendim ve anneme destek olmalıydım. Ortaokulda derslerden artan zamanlarda anneme yardım ediyor, bulabildiğim işleri yapıyordum.

Gençliğinde kuaförlük yapan ama daha sonra mesleği bırakmak zorunda kalan annem beni kuaförlüğe yönlendirdi. İçinde kalan hevesi bu şekilde gidermek istiyordu. Elimden tutup beni bir salona götürdü, ustama “eti senin kemiği benim” diyerek mesleğe başlamamı sağladı. Yıl 1997’ydi. Okuldan sonra kuaföre gidiyor çıraklık yapıyordum. Annem istediği için bu işe girmiştim ama sonra hoşuma gitmeye başladı. Lise birinci sınıfta koşullarımız daha okula devam etmeme el vermediği için okulu bıraktım. Artık hayata atılmalıydım.

Bir gün adından saygı ile söz ettirecekti…

Gebze’de oturuyordum, Bağdat Caddesi’nde iş bulmuştum. Her sabah 06.30 trenine biniyor, istasyonda inip 15-20 dakika yürüyerek dükkana gidiyordum. İki yıl boyunca bu şekilde çalışmaya devam ettim.  Mesleği en iyi şekilde öğrenebilmek amacıyla bu sıkıntılara katlanıyordum ama iki yılın sonunda bu tempoya dayanamaz hale geldim. Bu sorunu da Kartal’a taşınarak çözdük.

Küçük yaştan itibaren çok zorluk görmüştüm ve İstanbul’a taşınmak beni korkutmuyordu. Çocukluğumdan itibaren hep ben babam gibi olmayacağım, diyordum. Sorumluluk sahibi, adından saygıyla bahsettiren bir olmak istiyordum. Bunun için de kendimi sürekli olarak motive ediyordum. Taşındıktan sonra Bağdat Caddesi’nde başka bir dükkana geçtim. İyi dükkanlarda çalışmak büyük avantaj sağladı. Mesleki anlamda kendimi geliştirme imkanı buldum.

Mesleğinde en iyilerden biri olmak istiyordu

Bağdat Caddesi’nden geçen 6 yılın ardından evime daha yakın bir yerde çalışmaya karar verdim. Hem böylece öğrendiklerimi aktarma fırsatım da olacaktı. Pendik’te bir kuaförde yardımcı kalfa olarak işe girdim. Mesleğe iyi yerlerde çalışarak başladığım için Pendik’te hemen fark edildim.

Mesleğimde kendimi geliştirmeyi o kadar istiyordum ki izin günlerimi bile başka kuaför arkadaşların yanında, onları izleyerek geçiriyordum. Çünkü başka salonlarda bu işin nasıl yapıldığını görmek istiyordum. Sonuçta onlardan yeni şeyler öğrenebilirdim.

Bu işi tanıdığım isimlerden daha iyi yapmaya çalışıyordum. Hayalim meslekte en iyi isimlerden biri olmaktı. Türkiye’de hatta, yurt dışında bile tanınan bir kuaför olmak istiyordum. Bunun için de çok çalışmam, farklı bir şeyler yapmam gerekiyordu. Dünyada saç trendleri hep yurt dışındaki isimler belirliyordu. Kendi kendime biz neden trend yaratmayalım diye soruyordum sürekli.

Geçim sıkıntısı peşlerini bırakmadı

Pendik’te bizim için yaşam kaldığı yerden devam etti. Geçim sıkıntısı yine peşimizi bırakmamıştı. Annemle birlikte kazandığımız ucu ucuna yetiyordu. Kenara bir lira bile koyamıyorduk. Askerlik çağım geldiğinde annemden ve evimden ilk kez ayrıldım. Askerlik boyunca dönüşte ne yapacağım diye çok düşündüm. Kendimden beklentilerim artmıştı.

Dönüşte en iyi şekilde mesleğime devam etmenin hayallerini kuruyordum. Askerden terhis olduktan sonra askere gitmeden önce çalıştığım salona devam ettim. O sıralar motora merak sardım. Çevremdeki herkes beni bu konuda uyarıyordu, hatta bazıları “sen motordan kesin uzak dur, tek çocuksun” diyorlardı.

Feci bir kaza hayatını alt-üst etti

Motora binmenin riskli olduğunu bilsem de taksitle kendime 1 motor aldım. İşe onunla gidip gelmeye başladım. Bir gün eğitim dönüşü bir TIR bana çarptı. Motorum param parça olmuş, ben yolda kanlar içinde yatıyordum. Ama kimse durup bana yardım etmedi. Hatta korna basıp yoldan çekilmemi, motorumu kenara çekmemi istiyorlardı. Dakikalar boyunca yardım bekledim ama kimse kılını bile kıpırdatmadı. Orada insan hayatının ne kadar ucuz olduğunu gördüm.

Gücümü topladım, ayağa kalkıp kendimi bir arabanın önüne attım. Arabanın şoförü beni alıp bir özel hastaneye götürdü. Doktorlar hayatta kalmamın mucize olduğunu söyledi ama ben ölüm kalım savaşını kazandım. Kolum 4 yerinden kırılmış, dirseğim çıkmış, kaburgalarım zedelenmişti. Masrafları yüksek olduğu için bir hafta sonra taburcu oldum.

Hastane masraflarını borç alarak ödeyebildi

Hastane masraflarını ödeyecek paramız olmadığı için çalıştığım iş yerinden bana kredi açtılar. Çalışmaya başladığımda borcum maaşımdan kesilecekti. Aslına bakılırsa doktorlar kolumu eskisi gibi kullanmamın imkansız olduğunu söylüyordu ama benim bunu kabul etmem mümkün değildi. Kolumda açık yara olduğu için her gün hastaneye gitmek zorundaydım.  Moralim sıfırın altına inmişti. Hem canım yanıyor hem de kolum iyileşmezse ne yaparım diye düşünüyordum.

O kadar gergindim ki bana “artık kuaförlük yapamazsın” diyen doktora ben bu mesleği yapamayacaksam o zaman siz de doktorluk yapmayın diye bağırdım. İyileşmek, çalışmak zorundaydım. Motorum kazada parçalanmıştı ama taksitleri duruyordu. İş yerinden aldığım borç vardı… Düşünmekten uykularım kaçıyordu. O günlerde beni hayata bağlayan tek şey annemdi. Annem için, hayatımızın için bir şeyler yapmalıydım.

Çıraklıktan başlamak zorunda kaldı

Küçükken kendime büyüdüğümde adından söz ettirecek biri olacağım sözünü hatırlayıp moralimi düzeltmeye çabalıyordum. Doktorlar kolun düzelmez dese de ben kendimi zorluyordum. Kolumu kıpırdatmak bile acı veriyordu ama kolumu çalıştırıp güçlendirmeye çalışıyordum.  7 ayın sonunda tam olarak iyileşmemiş olsam da mesleğe geri döndüm. Kolum iyice güçsüzleştiği için fön bile çekemiyordum. Meslekte birkaç yıl geriye dönmüştüm.

Çaresiz işin çıraklığına geri döndüm. Müşteriye çay-kahve söylüyor, tablaları boşaltıyor, diğerlerine yardım ediyordum. Bir yandan da müşterilerimi kaybetmekten korkuyordum. Akşam eve gittiğimde kendimi yapabilirsin diye motive ediyordum. Kolumdaki ağrılar devam etmesine rağmen iş yerinde kimseye yansıtmıyordum. Eksikliğim bir anlaşılırsa müşteriler bana güvenmez diye dişimi sıkıyordum. Kolun düzelmez denmesine rağmen 1.5 yılın sonunda normale döndüm.

Tam düzlüğe çıkmışken evleri yandı

Maaşımın çoğunu salona olan borcumu ödemeye ayırmıştım. Borcumun bitmesine 2-3 ay kala eşinden boşanan üvey ablam babamın maaşına bağlandı. Oradan gelen gelirimiz kesilince biz yine sıkıntıya girdik. Hemen durumumu gözden geçirdim. Bu krizi atlatmak için salona olan borcumun taksitlerini düşürüp vadesini uzattım. Bir yandan da daha fazla çalışmaya başladım.  Tam işler düzeldi, artık mesleki olarak kendimi ispatlayabilirim diye düşünürken aksilikler yine peşimizi bırakmadı.

Bir bayram arifesinde evimizin bulunduğu binada yangın çıktı. İtfaiye yangını söndürdükten sonra eve girdik. Eşyalarımızın çoğu kullanılmaz hale gelmişti. Sabah apar topar bir ev bulup taşındık ama eşyalarımızın çoğunu kurtaramamıştık.  Bize yeni bir masraf kapısı daha açılmıştı. Bu yangın bizi bir yıl geriye attı. Ama yıkılmadık, isyan etmedik, hayatta olduğumuza göre bunun da çaresine bakarız diyerek göğüs gerdik. Söylenmek yerine söylemeyi, yakınmak yerine yapmayı tercih ettim.

Ve bir gün Mümin Sekman kitaplarını keşfetti.

Her şeye rağmen meslekte iyi bir yere gelmek, adından söz ettirmek hep istediğim bir şeydi. Saç yarışmalarına katılıp kendimi göstermek istiyordum ama bir yandan da kendimi hazır hissetmiyordum.

2009 yılında Mümin Sekman hakkında bir yazı okudum. Başarı üzerine kitaplar yazması dikkatimi çekti. O yıl düzenlenen Kuaförler Zirvesi’nde Mümin Sekman’ın konferans vereceğini duyduğumda çok heyecanlandım. Seminere gidip onunla kontak kurabilirim diyordum. Ancak davetiye fiyatları yüksek olduğu için seminere sadece patronumuz gitti.

Patronumdan Mümin Sekman’ın anlattıklarını dikkatle dinlemesini istedim. Zirve dönüşü patron Mümin Sekman’ın söylediklerini bize aktardı, “Her Şey Seninle Başlar” kitabından bahsetti.  Kitap okumakla aram olmasa da “Her Şey Seninle Başlar” ve “Limitsizsiniz” kitaplarını aldım. Hayalimde uluslararası saç yarışmalarına katılmak vardı ama bir yandan katılmasam da olur diyordum.

Yarışmaya kesinlikle katılmalıyım hissi “Her Şey Seninle Başlar” kitabını okuduktan sonra oldu. Kitap okumayan biri olarak o iki kitabı hemen bitirdim. Yetmedi, diğer kitaplarını da aldım. Bu sırada “İnsan İsterse Azmin Zaferi Hikayeleri” serisini keşfettim.  İlk olarak 3. kitabı almıştım, ilk hikayeyi okur okumaz serinin diğer kitaplarını da aldım.

Öyküsü yazılacak kadar başarılı olacaktı

Başarı hikayeleri yazılan isimler hep sıfırdan başlamış, azimleriyle başarıyı yakalamışlardı. Bu kitapları okuduktan sonra ben de kendimi sıfırdan motive etmeye başladım. Artık daha fazlasını istemeye cesaretim vardı.

Wella’nın düzenlediği yarışmaya katılacaktım.  Mümin Bey, kitaplarında “bir gün öyle işler başarın ki sizin öykünüze kitaplarımda yer vereyim” diyordu. Ben de onun kitaplarında yer almak istiyordum. Mümin Bey’e bir mail gönderip kendimi tanıttım, kitaplarında yer almak istediğimi yazdım.

Aradan 2-3 gün geçtikten sonra Mümin Bey bana döndü, “yarışmada dereceye gir, ondan sonra öykünü gönder”, dedi. Bunun üzerine defterime tarih atıp not düştüm:  08.07.2010/ 23.20. Mümin Sekman’ın kitabında yer alabilmek için çok çalışacağımı, kendime bunun için söz verdiğimi yazıp altını imzaladım. Artık Mümin Bey’in kitaplarına girmek için önümde tek bir engel vardı. O da zamandı. Yarışma 4 Eylül’deydi ve sadece 2 ay önce yarışmaya katılıp birinci ya da ikinci olmak için kendime söz vermiştim.

İlk yıl yarışmaya katılamadı…

Saç yarışmalarına katılıp ödül aldığımı hayal etmekten büyük keyif alıyordum ama aslına bakılırsa katılmaya bile razıydım. Sadece katılmak bile kendime olan güvenimi arttıracaktı. Yarışmaya ilk olarak 2009 yılında katılmaya karar verdim ama istediğim şartlar oluşmayınca motivasyonum bozuldu.

Yarışmaya az bir süre kala manken arkadaşıma iş teklifi geldi. Ona ben seneye de yarışmaya girerim ama sen bu işi kaçırma, dedim. Neticede mankenim iş teklifini kabul etti, ben de hayalimi bir yıl erteledim. Bu süre içinde de yarışma için hazırlanmaya başladım. Yarışmanın trendleri yurt dışında mayıs-haziran gibi lanse ediliyor, Türkiye’ye 5-6 ay geç geliyordu.  Bu da hazırlanmak için az zaman kalmasına neden oluyordu.

Aradığı fikri tuvalette buldu!

Bir gün tuvalette otururken yerler kurusun diye serilmiş gazete dikkatimi çekti. Gazetede yurt dışında yaşayan bir saç stilisti ile röportaj yapılmıştı. Hemen yerden aldım ve okumaya başladım. 2010 yılı saç trendlerini anlatıyordu. Okuduklarımı internet üzerinden araştırdım. Yarışmada 4 farklı trend olacaktı. Ben tekno-poertry (teknoloji kızı) kombinasyonunda karar kıldım.

Uzay çağının kadınını lanse edecektim. Bu kategoride neler sunulmuş araştırdım. 2005 yılından itibaren yarışma CD’lerini izledim. Hem dereceye girenlere hem de giremeyenlere bakıyordum. Sabahlara kadar çalışıyor, daha önce yapılmamış bir tarz araştırıyordum. Sonunda hiç uygulanmayan 2-3 tarz tespit ettim. Vücut boyaması ve mayokini tarzında frapan bir kıyafeti bir araya getirecektim. Tarzı oluşturmamda modelimin de katkısı oldu.

“Kazanamazsıncıları” dinlemedi!

Haziran ayında yarışma için araştırma çalışmalarına başlamıştım. Ağustos ayında başvuru formunu göndermemiz gerekiyordu. Yarışmaya katılacağımı söylediğim meslektaşlarım arasında karşı çıkanlar oldu, “trendleri bilmiyorsun, kazamazsın” dediler. Oysa isimleri sürekli değişse de trendler birbirine çok yakındır. Belki de benim meslektaşlarımın arasından sıyrılmaya çalışmam da göze batıyordu.

Bazıları benim kadar atılgan olmadıkları için “yapamazsın” diyerek önümü kesmek istedi. Hatta bana küsenler, alınanlar bile oldu. Gerekçeleri ise yarışmaya nasıl bir tarz ile katılacağımı anlatmamamdı. Sonuçta özgün bir modelle yarışmaya katılmak gerektiği için bazı şeylerin gizli kalması gerekiyordu.

Benim yapmak istediğim tarzı ABD’de bir bayan meslektaşımın uyguladığını öğrendim. Dil konusunda arkadaşlarım ve müşterilerimden destek alıp onunla iletişim kurdum. Yapmak istediğim çalışmanın çok iyi olduğunu söyledi, bazı tavsiyelerde bulundu.

Profesyonel destek şarttı…

Konseptim için vücut boyasına ve kostüme ihtiyacım vardı. Daha öncede yarışmada hiç vücut makyajı yapılmamıştı. Ben de ne yapmasını biliyordum, ne de kimin yapabildiğini. Bir gün gazeteden vücut makyözü Çetin Koyuncu’nun röportajını okudum. Biraz araştırdım ve bu alanda en iyilerden biri olduğunu öğrendim. Çetin Koyuncu’ya ulaşıp modelimi boyamasını istemeye karar verdim.

Bunu patronuma ve arkadaşlarıma söylediğimde “hayal kurma, kapıdan bile almazlar, görüşmeyi kabul etse bile kim bilir kaç milyar ister” dediler. Herkes bu sevdadan vazgeçmemi söylüyordu. Hatta patronum fotoğrafçımı daha basit şeyler yapın diye uyarmış. Fakat ben vazgeçmedim.

En iyilere ulaşmanın yolunu buldu

Çetin Koyuncu hakkında kapsamlı araştırma yaptım, biyografisini okudum. Sonunda onu ikna etmemi sağlamanın yolunu buldum. Sitesinde telefon numarası vardı, arayıp randevu aldım. Görüştüğümüzde yapacağımız çalışmanın alanında bir ilk olduğunu söyledim ve Çetin Bey, hiç düşünmeden kabul etti. Hatta benden sadece malzeme bedelini istediğini söyledi.

Yaptığım araştırmadan Çetin Bey’in yapılmamış işleri yapmayı sevdiğini öğrenmiştim ve bu sayede onu ikna ettim. Sırada kıyafet vardı. Onun da özgün bir çalışma olmasını istiyordum. TV ve gazetelerden gördüğüm Muammer Ketenci’ye ulaşıp ondan fikrimizle ilgili öneri almayı kafama koydum. Kendisine nasıl ulaşabilirim diye araştırma yaptım.  Sonunda beni ona ulaştıracak olan açık kapıyı buldum. Ketenci bir şeyler yapmak isteyen, kendini ispat etmek isteyen gençlere destek veren bir isimdi.

“Sekreterine bile ulaşamazsın” dediler

Randevu talep edip Muammer Ketenci’nin iş yerine gittim. Beni çok güzel karşıladı, vücut makyajını yapacak olan Çetin Bey’i tanıması da benim için avantaj oldu. Kendisinden sadece kıyafet konusunda fikir istemeye gitmiştim ama kıyafetimi dikme sözü alarak çıktım.  Bizim hazırlattığımız modeli biraz değiştirdi ve ekibine diktirdi. Yarışmayı kazanmak benim için o kadar önemliydi ki her ayrıntıyı düşünüyordum.

Muammer Ketenci ile görüşmüştüm ama her olasılığa karşı Barbaros Şansal’a da ulaştım. Kumaşların dilinden onlar anladığı için ne kadar tavsiye alabilirsem o kadar iyi olacaktı. Barbaros Bey ile görüşmek istediğimi söylediğimde de benzeri şeyler oldu. “Sekreteri ile bile görüşemezsin” diyorlardı ama ben Barbaros Bey ile görüştüm. Bana kıyafetin daha şaşırtıcı olması için modelin sahneye pelerin ile çıkmasını önerdi.

Yarışa rakiplerinden önde başladı

Diğer adaylardan önde gidiyorum çünkü ben yarışmaya katılmaya 1 sene önce karar vermiştim. 2009 yılı yarışması sonuçlandığında ben 2010 yılı için çalışmaya başlamıştım. Wella’nın eğitimlerine katıldım, yapacaklarımızı defalarca gözden geçirdim. Her ihtimali düşündük. Model de bizimle çalışmayı ilk görüşmede kabul etti. Modelin ilk ve son halinin fotoğraflarının başvuru formları ile birlikte 1 Ağustos tarihine kadar gönderilmesi gerekiyordu. Yine bir aksilik oldu. Modelimiz tatildeydi ve bir rahatsızlık nedeniyle ancak 18 Ağustos’ta İstanbul’da olabilecekti.

Wella’nın inisiyatif kullanıp son başvuru tarihi konusunda bir haftalık esneme süresi verebiliyordu ama bize tam 18 gün lazımdı. Wella’dan Ayla Hanım’ı arayıp durumu anlattım, 20 Ağustos’ta başvuruyu teslim edebileceğimi söyledim. Ancak kabul etmedi. Israr ettim, çok farklı bir çalışma yapacağımı, beklediklerine değeceğini söyledim. Ayla Hanım yanıtın % 95 olumsuz olacağını söyleyerek konuyu değerlendireceklerini söyledi. Daha sonra beni aradı ve sadece benim için süreyi uzattıklarını söyledi.

En son başvurdu, en son arandı

Modelimiz geldiğinde sabaha kadar çalıştık. Sadece vücut boyama 4 saat sürüyordu. Tatil dönüşü olduğu için modelin saçları yıpranmıştı. Önce saç bakımı yaptık, sonra modeli uyguladık, çekimleri yaptık. Söz verdiğim gibi 20 Ağustos öğlenine kadar başvuruyu teslim ettim. Başvurular ön eleme için yurt dışına gitti. Eleme sonuçları açıklanmaya başladığında beni bir heyecan aldı. Yarışmaya katılan diğer arkadaşlarıma telefon geliyor ama beni kimse aramıyordu. Moralim bozuldu, ümidi kestim. Saat 17.00, 17.30 gibi Wella’dan aradılar. Ayla Hanım, en son başvuruyu yapanın ben olduğum için en son aradıklarını, finallere kaldığımı söyledi. Ayrıca beklediklerine değdiğini, çalışmamın çok dikkat çektiğini de ekledi.

Övgüler umutlarını daha da yeşertti

Prosedür gereği önce 1 ay boyunca finalistler arasında internet oylaması yapılıyordu. Benim modelim 9 numaraydı. 9 numara hakkında övgüler duymaya başlamıştım, tebrik mesaj ve mailleri geliyordu. Bir nevi yarışmanın favorisi olmuştum. Yarışmaya ilk katıldığımda amacım sahneye çıkıp ortaya farklı bir şey çıkarmaktı ama gelen övgülerden sonra birinci ya da ikinci olmayı beklemeye başladım. Bu arada hayatımda ilk kez yurt dışına çıktım.

Uluslararası bir fuara katılmak için İtalya’ya gittim. Yabancı dilim olmasa da yurt dışındaki meslektaşlarımın çalışmalarını yakından görebilecektim. Atılgan bir yapım olduğu için bir yolunu bulup onlarla iletişim kurup meslekle ilgili yeni şeyler öğrenmek istiyordum. Fuara gittiğimde gazetelerden, dergilerden izlediğim büyük saç stilistlerini tanıma fırsatım oldu.

Atılganlığı yurt dışında da kapıları açtı

ABD ve dünyanın bir numara artistik direktörü Paul Mitchel’in standına gittim. Stant çevresinde binlerce kişi vardı. Kendisiyle değil tanışmak yanına yaklaşmak bile neredeyse imkansızdı. Ama ben bir şekilde bir şeyler yaparak kendisine Türk bayrağı ve Pendik flamasını tutturarak fotoğraf çektirdim. Yarım yamalak İngilizcem ile Türkiye’den geldiğimi ve hayranı olduğumu söyledim. Çalışmalarına katıldım, sisteminin nasıl işlediğini gördüm. Dünya trendlerine nasıl yön verdiklerini gördük.

Yine 9 yıl önce İstanbul’da eğitime katıldığım Rudi diye bir kuaför vardı. O da fuardaydı ama saç şovunu izlemek için 150 euro ödemeniz gerekiyordum. Benim bu parayı verme şansım yoktu. Şov hazırlıklarını izlemenin yolunu aramaya başladım. Ama güvenlik görevlileri göz açtırmıyordu. Güvenlik görevlisinin bir anlık dalgınlığından yararlanıp içeriye daldım. Görevli beni kovaladı ve ama yakalayana kadar ben Rudi’ye ulaştım. Birlikte çekilmiş fotoğrafımızı gösterdim. Sonunda Rudi beni hatırladı. İki saat onunla çalışma imkanı yakaladım ve bu çok faydalı oldu.

Aksaklıklar peşini bırakmadı

Son gün geldiğinde beni heyecan sardı. Bir şekilde Mümin Sekman’ın kitaplarına girecektim. Bu sefer başaramazsam başka şeyler yaparım diyordum. Sabah kalktım ve ekibimizle birlikte otele gittim.  Sabah temel bilgilendirme ve sahne eğitimleri vardı. Öğleden sonra şov başlayacaktı. Makyözümün karşıda işi vardı, o öğlen aramıza katılacaktı.  Eğitimler bittikten sonra bir kenara çekildim ve Mümin Sekman kitaplarından aldığım notları okudum.

Bu arada makyözümüz gelmişti. Saat 15.00’te çalışmaya başlayacaktı. Çalışmanın başlamasına 5 dakika kala makyözün yanına yanlış çanta aldığı ortaya çıktı. Çetin Bey, çekimden geldiği için vücut boyama makinesini ofisinde unutmuş. Biz son ana kadar bunu fark etmemiştik. Orada da soğukkanlılığımı korudum, hemen kriz toplantısı yaptık. Fotoğrafçımız Çetin Bey’in ofisini bildiği için ofise gidip cihazı alacak, bu arada biz çalışmaya başlayacaktık.

Bütün gözler onun modelindeydi

Fotoğrafçımız jet hızıyla gidip geldi ama biz 1 saat kaybettik. Rakiplerimiz son saati eksiklerini kontrol ederek geçirecekti ama bizim buna fırsatımız olmayacaktı. Bu bize ders oldu. Hem önceden kontrol yapmanın önemini gördük, hem de panik yapmamanın.  Zaman kaybını telafi etmek için ben de saçı bırakıp vücut boyası yaptım. İki kol ve bir bacağı ben boyadım. Sonra saça konsantre oldum.

Sahneye çıktığımızda bütün ilgi modelimin üzerindeydi. Bu beni ayrıca onurlandırdı. İyi bir iş çıkarmıştım, tüm gözler benim modelimin üzerindeydi. En iyi isimler bile gelip beni tebrik ediyordu. Değerlendirme iki aşamalı olacaktı. SMS oylaması yapılacak ve 6 kişilik jüri değerlendirme yapacaktı. Ara verildiğinde jüri gelip beni tebrik etti, oyların çoğunu aldığımı söyledi. Herkes büyük ihtimal birinci sensin diyordu. Ben de artık beklentimi yükseltmiştim.

İkinci olduğunu duyduğunda yıkıldı!

İlk ikiye giremezsem ödülü kabul etmem diye düşünmeye başlamıştım.  Sonuç üçüncüden başlayarak açıklanmaya başlandı. Sıra ikinciye geldiğimde adım okundu. İkinci olduğumu duyunca afalladım, hatta o şaşkınlıkla modelimi unutup sahneye çıkmıştım. Birinci açıklandığında seyirciler de şaşırdı.  Sonuçta izleyiciler de benim 1. olmamdan yanaydı. En dikkat çekici olanı benimkiydi.

Bir ilki gerçekleştirmiştim. Bu daha yurt dışında bile yoktu. Böyle olunca ben kendimi 1. Olmaya hazırlamıştım. Kulislerde son anda 1. değişti şeklinde konuşmalar oldu. Beni motive eden Mümin Sekman’ın sözleriydi. Bir ilki başarmıştım. Ben de herkes gibi klasik 1 kıyafet ve saç ile çıkabilirdim. Sonuç beni hayal kırıklığına uğratsa da bir ilki başarmaktan dolayı mutluydum.

Aslında kaybetmemiş, kazanmıştı!

Yarışmada 1. olsaydım herkes “kazanacağı belliydi” yorumu yapacaktı. 2. olunca kulislerde “çocuğun hakkı yenildi” diye konuşulmaya başladı. Bu da beni motive etti.  Yarışmada 1. olsaydım belki biraz gevşerdim. İkinci olmak daha iyisini yapma tutkumu korumamı sağladı. Üstelik böylece akıllarda daha fazla kaldım.

Yaptığım modeli çalışmasından esinlendiğim ABD’li meslektaşıma da göndermiştim. Onun çalışmamım onunkinden daha iyi olduğunu söylemesi de güvenimi perçinledi. Elemeleri bile geçemezsin, yapamazsın denilen bir şeyi başarmak çok güzeldi. Yapamayacağımı düşünenlerin bana karşı tavırları değişti. Yarışma sırasında bazı arkadaşlarım bana SMS bile atmadı. Destek olmalarını beklerken bir oy bile yollamaları üzüntü vericiydi.

Ödüllü, deneyimli ve işsizdi…

Dereceye girince iş teklifleri aldım ama bunlar hem çalıştığım yerden daha iyi değillerdi, hem de çalıştığım salona bir gönüm borcum vardı.  Yarışma sürecinde bana çok katkıları olmuştu. Gelen teklifleri havaya girdiğim düşünülmesin diye hiç yansıtmadım. Böyle bir ödül alınca kendimden beklentim arttı. Müşteri portföyümün artmasını bekliyordum. Haliyle salonda öne çıktım.

Bu motivasyonla çok daha yüksek performansla çalışma düşüncem vardı. Ancak sebebini anlamadığım bir şekilde bir ay sonra işten çıkarıldım. Zaman zaman magazin dergileri için saç tarıyordum. Bunu da işime yansıtmıyor, sadece izin günlerinde çekimlere katılıyordum. Öne çıkmamla birlikte patronum havaya girdiğimi düşünmüş olabilir. Patronum “sen kafana göre yolunu çizmişsin, ayrılacakmışsın” gibi sözler söyleyince bana makaslarımı alıp gitmek düştü.

Mesleği bırakmayı bile düşündü…

Elimde ödülüm var, tecrübem vardı ama çalışmak istediğim yerlerin hiçbiri beni kabul etmedi. Mevsimin kış olması, işlerin düşük olması da dezavantajım oldu. Bana kalırsa beni işe almayan patronlar iç dengeyi bozmak istemiyorlardı. Ödüllü bir makas olarak öne çıkmamın sıkıntı yaratacağını düşünmüş olabilirler. Bu noktadan sonra herhangi bir salonda da çalışmak istemiyordum.

İstediğim gibi bir iş bulamayınca mesleği bırakmaya karar verdim. Ya en iyi yerde bu işi yapmalıyım, ya da bırakmalıyım diye düşünüyordum. Bir saç boyası firmasına tekniker olarak girmek istedim ama deneyimsiz olduğum için olmadı.

Mümin Sekman’ın “Geçmişten ders al, bugün için çalış, yarın için hayal kur” sözü beni çok etkilemişti. Kuaförlük benim için sadece geçim kaynağı değil bir tutku haline gelmişti. Hayalim kendi markamı yaratmaktı ve hayalime ulaşmak için vakit kaybetmemeye karar verdim.

Kendi salonunu açmaya karar verdi

Okuduğum başarı öykülerinde herkes zorluklara rağmen kendi işlerini kuruyordu. Ben de kendi işimi kurmak üzere harekete geçtim. Ani bir karardı ama adımları planlı, programlı bir şekilde attım. En iyisi olmak için bu yola girmiştim. Salonun yeri, konumu, sistemi iyi olmalıydı. Sektöre farklı bir sistemle girmeye düşünüyordum. Butik bir hava yaratmaya karar verdim.

Geleceğin butik kuaför salonlarına doğru kaydığını görmüştüm. Zaten 15-20 tezgah aynı anda dolmuyor, müşterilerin beklentiler de değişti. Buna göre bir tablo çıkardım karşıma: Bire bir hizmet, kişiye özel hizmet, iş odaklı, müşteri odaklı salon. Bu dönemde manevi abim Mehmet Şerefli bana destek oldu. Ondan fikir ve tecrübe konusunda hep destek aldım.

Kuruşun bile hesabını yaptı

En büyük sorun yine paraydı. Yeni bir dükkan açma şansım yoktu. Bu yüzden dekore edilmiş bir salon aramaya başladım.  Benim iletişim iyidir. Güzel 1 salon buldum. 6 aylık kira peşin isteniyordu. Benim ise fazladan 1 lira bile harcayacak durumum yoktu. Mehmet abim hep “Kuruşların önünü kesersen  liranın değeri artar” derdi. Ben de her kuruşun hesabını yaptım.

O arada şans eseri Pendik’te bir salon buldum. İstanbul’da kalıp burada meydan okuyacaktım. Şubat ayında kendi salonumu açtım. Burak İleri Creative Hair Artist’te tamamen müşteriye odaklı çalışıyorum.  Müşteri yemek bile istese cebimdeki son parayı harcamam gerekse de istediğini yapacağım diyerek açtım iş yerimi. İmkanlarım kısıtlı ama bu konuda çok başarılı olduğumu düşünüyorum. Yeni bir salon olmasına rağmen önümüz aydınlık.

Ödülünü Mümin Sekman’a götürdü

Not defterime Mümin Sekman’ın kitaplarına gireceğimi yazdığım tarihin üzerinden 1 yıl geçmesine 4 gün kala Mümin Bey’e mail yazdım. Yarışmada ikinci olduğumu anlattım. Birkaç gün sonra telefonum çaldı. Arayan Mümin Sekman’dı ama inanamıyordum. Mümin Sekman’a hayranlığımı bilen biri beni işletiyor diye düşündüm. Mümin Bey bana dereceye girdikten sonra görüşelim dedi.

Yarışmadan sonra aradım ve randevulaştık ama giderken bile aklımda acabalar vardı. Hala işletiliyor muyum acaba diyordum. Dokuz aydır çekmecemde duran, kimselere göstermediğim ödülü Mümin Bey’e götürdüm. Beni tebrik etti ve hikayemi dinledi. Sohbetin sonunda yanında getirdiğim kitaplarını imzalamasını istedim. Kendime verdiğim sözü tutmuş, yazılmaya değer bir başarıya imza atmıştım.

www.burakileri.com

https://www.facebook.com/creativehairartist